Korku kültürü mü yayılıyor?
Son dönemlerde ülkemizin yaşadığı olumsuzluklara bir de dünyanın en büyük depremlerinden biri daha eklenince aklımıza takılan sorular giderek artıyor.
Meslek olarak ekonomi ile uğraşan ve kendimi bu konuda deneyimli sayan biri olarak uzun yıllardır bulunduğum her ortamda oluşan kötü düşüncelere karşı olumsuz olmadım, olmamaya da devam ediyorum.
Deprem in getirdiği kaos ortamı ve bunun ileriye dönük düşünceleri toplumsal yapımızda çok fazla erozyonlar yaratmaya devam ediyor.
Bu ülkenin yaşayanları çok uzun yıllardır refah düzeyine erişememiş, geleceklerini kurgulamak adına yaşadıkları mücadeleler ile yıpranıp gitmiştir. Maalesef ki üretilen çözümler ve düşünceler çoğu zaman pansuman şeklinde olmuş, sürdürülebilir bir anlayışa ulaştırılamamıştır.
Neden korku kültürü ve korkuya yönelik düşüncelerin üretilmeye devam ettiğini analiz etmeye çalışıyorum.
Ülkemizin yaşadığı her bir kötü olayda bir anda uzman olduğu kabul edilerek ortaya çıkarılan birçok bilim insanı, gazeteci veya bilirkişi unvanı altındaki kişiler konuşmaya başlar. Herkes oluşan konu hakkında görüş verir, çözüm önerir de bir türlü asgari müşterek denilen noktalarla buluşulamaz.
Yaklaşık bir aydır yaşadığımız bu ortamda konusunda uzman denilen birçok kişiyi dinliyorum. Bu kişiler genelde konuştukları ve sundukları alanlarda çözüm üretmeye çalışırken toplumun bütün kesimlerine farkında olmadan kocaman bir korku saldıklarını anlayamazlar. Konuştukları, bence ahkam kestikleri konularda tek yapabildikleri şeyin ‘’bakın bunlar olursa öleceksiniz’’ mottosunda olan bir sonuca vardıklarını görebilmekteyiz.
Evet, tabii ki birçok şey olursa sonumuz hiç de iyi olmayacak, ancak yaşayan ve yaşamları için gelecek endişesi taşıyan ülke insanlarını hergün korkutmanın ne kadar anlamlı olduğunu tartışmaya açmak gerekir.
Kocaman bir Marmara depreminin beklentileri ile yaratılan kaos ortamının ülkede birçok konuda ekonomik ve sosyal sistemleri bozduğunun farkına varabilecek miyiz?
Yaygın olarak sunulan korku kültürünün sonuçlarını analiz etmeye çalıştığımda;
• Deprem riski taşıyan bölgelerden göçlerin başladığını,
• Göç edilen bölgelerde özellikle yeni yapılanmalar oluştuğu,
• Ekonomik açıdan fiyatlamaların her alanda değişime uğradığı,
• Fırsatçıların sistem oluşturmaya başladığı,
• Bölgesel yığılmalar ile karbon ayak izlerinin etkisinin arttığı,
• Göç almaya başlayan kesimlerde alt ve üst yapı ile eko dengenin yetersizliği,
• Çok kısa sürelerde o bölgelerde sıkıntılar yaşanmaya başlayacağı,
• Eğitim dahil her tür yetersizliklerin oluşmaya başladığı,
• Nitelikli insan yapısının eko sistem dengesini bozmaya başladığını,
• İş ve üretim açısından akla gelemeyecek birçok sorunun oluşacağı,
• Yetişmiş ve nitelikli insanların özellikle yurt dışına gidebilme arzusu artışı
Gibi birçok olumsuzlukların ortaya çıktığını görebilmekteyiz.

Bundan 500 yıl öncesine kadar tüm dünyanın tek kültürünün korkutarak yönetmek olduğu bilinir. Değişik sosyoekonomik koşulların ve etkileşimlerin, Coğrafî Keşifler’in, etkileşimlerin sonucunda yavaş yavaş ve bu düşünme konusunda özgürlüğün bulunmaya başlanmasıyla, hatta felsefî tavırların kullanılması ile insan aklının soru sorabilmesi, insan aklının sorduğu soruları ciddiye alma gibi bir tavır oluşmaya başlayınca kültür değişimi başlayabilmektedir.
Öyle bir durum oluşturuluyor ki, ‘’aman ha mevcut sistem ile öleceksiniz ve bunu değiştirmezseniz yaşamınız bu topraklarda çok kötü olacak’’ olgusu giderek yayılıyor.
Her türlü olumsuzluklara karşı, ülkenin bizim olduğu, mevcut şartlarımızı bizim iyileştirmemiz gerektiği, yaşam değerlerimizi bizim bilgilerimizin geliştirilmesi ile düzeltileceği, öğrenerek ve olumlu düşüncelerimizi çoğaltarak ve en önemlisi birbirimizi ayrıştırmadan sahip çıkarak ve daha da önemlisi korkmadan ileriye bakarak her şeye sahip çıkabileceğimizi umuyorum
Saygılarımla,
Sinan Bayraktar
11 Mart 2023 İstanbul

No responses yet

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir